Göç vakti 4

            Ata ocağından uzaklaştıkça yollarının üzerindeki insanlar, ağaçlar,  binalar…  Sanki daha da değişiyordu. Radyoda çalan şarkının hızı, otomobilin altında akıp giden asfaltın hızı ve üstünde koşuşturan insanlar… Köyden çıkalı yaklaşık 2 saat olmuş yolun 3’te 2’sini almışlardı.  Sefer “Mola verelim mi? Diye anasına seslendi. Daldığı hafif utkusundan uyanan Saniye Hanım’ın “İyi olur.” cevabıyla yakınlarda bulunan bir dinlenme tesisine yanaştı. Kafeteryadan sıcak bir kahve alarak arabasının yanında annesini beklemeye koyuldu. Burası bir arı kovanını andırıyordu. Araçlar tesisin bir yanından giriyor, öbür yanından çıkıyordu. Evlerinden ayrılıp başka şehirlerde okumaya giden öğrenciler, çalışmaya giden işçiler ve geri dönenler… Her türden insanı burada görmek mümkündü. Atılan izmaritler ve başkaca atıklarla park alanı dâhil tesisin birçok yeri çöp içindeydi. “İnsanlar kendilerine ait olmadıklarını düşündükleri yerleri ne kadar kolay kirletebiliyorlar, sahipsizlik böyle bir şey olsa gerek.” diye içinden geçirdi. Haksız da sayılmazdı. Büyük şehirlere yerleşen insanların birçoğu kendilerini oralı olarak görmezler. Sorulduğunda ben şuralıyım, ben buralıyım derler. Nimetlerinden yararlandıkları, külfetini çektikleri bu şehirleri sahiplenmez, kirletenlere göz yumarlardı.

            Annesi gelmediği için telaşlanan Sefer, arabasından çıkıp binaya doğru yürümeye başladı. Binanın önüne geldiğinde kapının önünde durup camdan dışarıyı seyreden annesini fark etti. Saniye Hanım resim albümünün ikinci pozunu veriyor, sanki kimsenin göremediği bir yeri gözlüyordu. Oğlunun yanına yaklaştığının farkına bile varmamıştı. Omzuna dokunan elle dalgınlığından sıyrıldı. Oğluyla göz göze geldikten sonra tek kelime etmeden bakışlarıyla konuştular. Yola girilmişti bir kere, gönül istese de geriye dönmek olmazdı. Tesisten ayrılıp yollarına devam ettiler.

            Mevsim kışın ilk günleri olsa da, yazdan kalma bir hava hâkimdi. Altlarından akıp giden ve şehri ikiye bölen suyun üzerindeki  köprüden akşam vaktinde geçtiler. Köprü ışıklarının yanı sıra suyun her iki yakasındaki ışıltılar Saniye Hanım’ın gözlerini kamaştırmıştı. Gökyüzüne baktı fakat bir şey göremedi. Bu şehir insanlara nimetlerini sunarken, doğanın, gökyüzünün ve denizin güzelliğini onlardan istemiş, bir çok insan buna razı olarak gelip yerleşmiş, baba ocağının hasretiyle burada ömürlerini tüketmişlerdi. Eve yaklaştıkça geride bıraktıklarının sadece köyü olmadığını daha iyi anlıyordu. Önceki gelip gidişlerinde geriye döneceğini bildiğinden bu detaylara fazla dikkat etmemişti. Vardıklarında gelini ve torunu onu nasıl karşılayacaktı bilemiyordu. Tercihler, vazgeçmeler, kavuşmalar… Evin kapısına geldiklerinde tüm bu düşüncelerinden sıyrıldı. Arabanın kapısını açan torunu çantasını aldı ve inmesine yardımcı oldu. Küçük elleriyle babaannesinin ellerine sıkıca sarıldı, öptü, öptü…

SON

Mehmet Hüseyinçelebi

21.02.2021 Kastamonu

Related posts

Leave a Comment